Oda arkadaşımı Trabzon'a yolcu ettikten sonra çamaşırhaneye kirlilerimi bıraktım ve hastaneye gittim. Dün yatırıp tüp taktığım hastayı kontrol ettim. Toplamda 3000ml sıvı boşalmış ve akciğer filminde akciğerleri tamamen açılmıştı. Ameliyat yapamayan bir Göğüs Cerrahı için en tatmin edici duygulardan biri herhalde budur.
Hemşireye önerilerimi yapıp çıkıp çarşıya gittim. Festival Cafe'de yumurta içerikli menümü mideye indirdikten sonra hedefim Migros. Güzel mandalina ve muz bulamadığım için meyveden zayıf, alkolden hacmen zengin alışverişimi yapıp odaya döndüm.
Sucuklu Yumurta & Menemen
|
Hemen 500 gigabyte'lık film arşivimi açıp iki tane film seçtim. Şarapla ve peynirlerimle iki film su gibi aktı. Önce Jean Reno'nun oynadığı aşçılıkla ilgili komedi filmi "Comme un Chef" sonra da pek ünlünün oynamadığı fransız bir dram "Deux Jour à Tuer". Fransız filmleri klasöründeyken, belki alkolün de etkisiyle üzerilerine "Amélie"yi de tekrar izledim.
Sinema salonu sayılmasa da idare ediyorum işte |
Yemek için odadan çıkmaya üşendim ve odadaki abur cuburlarla karnımı doyurduktan sonra son bombam "Seven Years in Tibet" Tibet'te Yedi Yıl oldu. Film gerçek bir hikayeden alınmış. Himalayalara tırmanan Avusturyalı dağcı Heinrich Harrer ve tesadüf eseri yolu Tibet'e düşüp Dalai Lama'yla kurduğu arkadaşlık anlatılıyor.
Gerçek hayatlardan kesitler sunan filmler benim için her zaman bir adım öndedir. Heinrich Harrer, ülkesinde bir kahraman gibi sevilirken 27 yaşındayken Himalayalar'da sadece hapishanede 4 yıl geçiriyor. Daha sonra kaçıp Tibet'e 2 yılda varıyor ve Tibet'te de 7 yıl yaşıyor; bense gelmiş Artvin'de 550 günün hesabını yapıyorum.
Tabi bu kafayla pek yapamıyorum ve uyuyakalıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder