27 Eylül 2012 Perşembe

Harcırah, tomruk ve oda temizliği

Bugün, dışarı sevk ettiğim hastayı saymazsak, ilk defa bir hastamı taburcu ettim. Çok ciddi bir tıbbi problemi olmasa bile bir kişiye artık senin hastanede kalmanı gerektirecek bir şey yok, 60km ötedeki köyüne dönebilirsin demek tahmin ettiğim kadar kolay olmuyormuş. Her ne kadar bir sürü cümle kursanız da, olabilecekleri teker teker anlatsanız da, hastaların onları "iyileştiniz, artık size hiç bir şey olmayacak" olarak algıladığına eminim.

Polikliniğe geçerken Ardanuç'tan, tomruk düşmesi sonrası toraks travması olan bir hastanın geleceğini öğrendim.

Tomruk (Hastanın üstüne düşen bu kadar büyük olmayabilir de)

Ambulans sesini duyunca acile yöneldim. Tomografisinde müdahale gerektiren bir patolojisi olmamasına rağmen, kanaması ilerler ve müdahale gerekirse burada yapılamayacağı için hastayı, eski adı Rize Eğitim Araştırma Hastanesi olan Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi'ne sevk ettik. Yemekte öğrendiğim kadarıyla ertesi gün sevk komisyonu toplanıp yapılan sevklerin gerekliliğini tartışıyormuş. Başhekim yardımcısının "Hasta kalsa müdahale edemez miydik?" gibi irite edici sorularıyla karşılaşınca, haklı olmama rağmen bir sonraki hasta sevkinde ince eleyip sık dokumam gerektiğine karar verdim.

Öğleden sonra polikliniğe gelen 3 hastaya baktım, saat 4'ten önce serviste yatan tek hastama vizit yapıp 4'te bankaya, kartımı (maaşımın yatacağı kart) almaya gittim.

Bilgi: Mesai 8.00'de, poliklinik 9.00'da başlıyor; 12.00 ile 13.30 arası resmi olmayan öğlen tatili; poliklinik 16.00'da bitiyor, mesai de 17.00'da. Giriş ve çıkışlardaki bir saatlik dilimler serviste yatan hastalara vizit için ayrılmış.

Maaş kartımı alır almaz, şifre değiştirmek ve hesabımı kontrol etmek için ATM cihazına gittim. Devletin nasıl hesapladığını çözemediğim "yol masrafı"mı yatırdığını gördüm. Artvin de baya uzakmış... Bu, aylardır kazandığım ilk para oldu.

Odaya döndüğümde odanın temizlendiğini hem de nasıl(!) temizlendiği gördüm. Dışarda hiç birşey bırakmamışlar, bisküvi gibi abur cuburları çekmecelere, eski oda sakininin atmaya cesaret edemediğimiz suyu da dahil tüm içecekleri dolaba, şarjımı, terliğimi ve hatta kirli sepeti olmadığı için bir kenara ayırdığım tişörtleri ve şortumu da oda arkadaşımın dolabına koymuşlar. Valizlerin yerini değiştirmişler ve bir de perdeleri sökmüşler. Tam bir temizlik(!) olmuş.

Yine de esas sürprizle, her akşam ızgara yemek servisi olan restoran kısmına inince karşılaştım. Bu akşam ızgara servisi yok, sulu yemek var; iyi güzel de patlıcanlı türlü... Çarşıya gitmeye üşendiğimden pilav yiyip çorbayı içtim. Daha sonra da polisevinin karşısındaki büfede yarım ekmeğe karışık bir tost yaptırdım. Büfeye giderken nöbetçi polisin restoranı arayarak tavuk pirzola sipariş verdiğini duymam restoranda oturan adamlara karşı beslediğim duygularımı bir kat daha artırdı.

Daha sonra odaya dönüp, televizyonda izleyecek bişey bulamayarak uyuyakaldım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder